Bu kadar duygusal olmaktan da nefret ediyorum oldum olası. Annemin bir sürü güzel özelliği varken neden hassas kalbini çekip almış karakterim? Ah anne… Keşke bu dünyada hiçbir şeyi kendine dert etmediğin, gerçekten tam anlamıyla mutlu olduğun bir günün olsa. Elimde olsa, tüm hastalıklarını, tüm mutsuzluklarını söküp alırdım senden.
Onları da kendi kaygılarımla, mutsuzluklarımla, umutsuzluklarımla dolu heybeme doldurur, sırtlanırdım. Varsın kamburum çıksın heybenin ağırlığından, varsın sırtım yarılsın, çatlasın. Yeter ki sen içten gül annem…
Ne var ki şu dünyada kızın da sen gibi. Güçlü görünmeye çalışıp, içinde parçalananlardan. Ne kadar susarsa o kadar büyüdüğünü sananlardan. Herkesin “ne güzel gülüyorsun” dediği o gülümsemenin arkasında, sabahlara kadar içini kemiren sessizliklerle boğuşanlardan.
Bazen düşünüyorum da, insanın kalbi ne kadar derin bir yer… Bir bakıyorsun küçücük bir an, yıllarca taşınan yükleri yerinden oynatabiliyor. Kırıldığını bile söyleyemediğin insanlar, içini dağlıyor. Ama yine de susuyorsun. Çünkü bir kez anlatmaya başlarsan, duramayacağını biliyorsun.
Ben kendimi susturmayı seçtim çoğu zaman. Ama artık susmak da bir çare olmuyor. Yutkunmak yetmiyor. Belki de bu yazı, sadece içimde birikenlerin küçük bir sızıntısı. Belki de biraz daha dökülürsem hafiflerim. Belki annemin yüzündeki bir gülümsemeyle unuturum kendimi.
Benimkisi belki de biraz yorgun bir sevgi. İçine çok şey sığdırmış, söyleyememiş, gösterememiş ama hep orada kalmış bir sevgi. Ne eksiliyor ne de bitiyor… Sadece zamanla ağırlaşıyor.
Yine de, içimde bir yer hep umutlu. Belki bir gün… Senin de içini acıtan ne varsa diner. Belki o gün, sen gülerken ben de sessizce içimden “şimdi oldu” derim. Belki o zaman ben de yazdıklarımla değil, yaşadıklarımla anlatabilirim içimi.
0 Yorumlar