Neden ağladığımı bilmiyorum. Belki de bildiğim halde itiraf etmekten korkuyorum. İçimde bir şey var; tarif edemediğim, ama tüm bedenime sığmayan bir şey. Sanki biri, ruhumun en dar köşesine bir yumruk sıkıştırmış da nefes alamıyorum. Bir ağırlık… Ne adı var ne yüzü.
Bu dünyaya ait hissetmiyorum kendimi. Sanki herkes birbiriyle anlaşmış, roller dağıtılmış, ama ben senaryoyu unutan figüran gibiyim. Uymuyorum hiçbir kalıba, hiçbir sahneye. Belki de bu yüzden bu kadar huzursuzum. Herkes yaşarken ben sadece var oluyorum. Günler geçiyor, ama ben geçemiyorum içimden.
İçimde bir savaş var. Ne kılıçlar çekilmiş, ne zafer umudu. Sadece yorgunluk. Öyle bir yorgunluk ki; uykuyla geçmeyen, susmakla dinmeyen türden. Her sabah aynı gökyüzü, aynı cümleler, aynı boşluk. Ve ben, her geçen gün biraz daha kayboluyorum aynılığın içinde.
İyi hissetmeye hasretim. Bir sabah uyanıp da içimde kıpırtı duymayı… Sebepsiz gülümsemeyi, gökyüzünü suçsuzca sevmeyi. Gamsız olmayı istiyorum biraz. Dünya yansa da umursamayacak kadar hafif, kalbimi bu kadar didiklemeyecek kadar sağır olmak istiyorum.
Ama kalbim… Neden bu kadar narinsin? Neden her sözü üzerine alınırsın, her vedada kendini suçlarsın?
Ve sen aklım… Neden her şeyi kurcalarsın bu kadar? Bırak geçsin bazı şeyler. Hayat bu; illa her şeyin cevabı olacak diye bir kural mı var?
Yitip giden şeyler üzmez sanıyordum beni. Oysa yanılmışım. Geçmişte bıraktığım her an, bir daha geri gelmeyecek oluşuyla içimi acıtıyor. Harcadığım yıllar, yaşanması gereken ama geçip giden ne varsa, şimdi hepsi bir yük gibi omzumda.
Mutlu olmayı özledim. İyi olmayı, sadece… iyi hissetmeyi. Huzur nedir, unuttum belki de.
Çok yorgunum. Ruhum, bedenim, hatta umutlarım bile uykusuz gibi.
Belki de artık kabullenmeliyim yenilgiyi. Belki de direnmek değil, bırakmak gerekiyor bazı şeyleri.
Belki kabullenince geçer…
Belki o zaman, içimdeki bu dipsiz boşluk bir ses duyup cevap verir.
Ama neden bu kadar zor, neden bu kadar ağır bunu kabul etmek?
31.7.25
01,24
0 Yorumlar