Eksilmeye alışmak


 
İnsan her şeyin yokluğuna alışır mı? Alışıyor belki de. Önce ayaklarının altındaki zeminin kaydığını sanıyor, sonra fark ediyor ki hiçbir şey düşüş kadar sarsıcı değil. Zaman, en derin yaraların bile üzerinden usulca geçiyor. Tıpkı denizin kayalara çarpa çarpa onları aşındırması gibi… Önce yıkıyor, sonra yavaş yavaş şekil veriyor insana. Ama gerçekten alışıyor mu, yoksa sadece eksilmeyi mi öğreniyor insan?


Elleriyle tutamadığı zamanın içinden koparıp attığı şeyleri unutmak kolay mı? Özlem dediğin şey, insanın içine kazınmış bir yarık gibi. Üstünü neyle örtersen ört, en ufak bir sarsıntıda tekrar açılıyor. Bir şarkının içinde yankılanıyor bazen, bazen eski bir kitabın sararmış sayfalarında. Bir sokaktan geçerken, bir koku burnuna çalındığında, zihnin seni hiç beklemediğin bir anıya sürüklüyor. Sandığın kadar unutmamışsın meğer.



Ölüme bile alışıyor insan. Başta içini kavuran o boşluk, zamanla soğuyor. Ama eksilmiyorsun sanma, sadece eksik kalmaya alışıyorsun. Bir sabah, onsuz bir güne uyanmak biraz daha kolay geliyor. Sonra bir bakıyorsun, bir zamanlar ismini her gün andığın kişi, yalnızca yılda birkaç defa aklına düşüyor. Unutmak değil bu, ama hatırlamaya da cesaret edemiyorsun. Yokluğun içinde bir düzene tutunuyorsun, ama tam olamıyorsun.



Peki ya yiten dostluklar? Eskiden en derin muhabbetleri ettiğin insan, şimdi yabancı bir sima gibi geçip gidiyor yanından. Bir zamanlar her gün konuştuğun biriyle, yıllar sonra karşılaştığında havadan sudan konuşmak… İşte en acısı bu değil mi? Hiç ölmemiş ama sanki hiç yaşamamış gibi duran dostluklar. İnsan kaybettiğini unutmaz aslında, ama hatırlasa bile geri dönmez. Çünkü bazı şeyler, zaman tarafından yutulur.


Bir gün bir dostluğun mezar taşına bakarken bulursun kendini. Ne bir çiçek bırakılmış üzerine ne de bir ziyaretçisi vardır. Öylece durur, isimsiz, tarihsiz. Ne zaman öldüğünü bile hatırlamazsın. Bir gün bir kelime eksilmiş sohbetlerden, bir gün bir sessizlik yerleşmiş cümlelerin arasına. Sonra bir bakmışsın, konuşacak hiçbir şey kalmamış. İşte bazı şeyler böyle ölür; gürültüsüz, fark edilmeden, anılara karışarak.



İnsan her şeye alışır mı? Belki de. Ama alışmak, unutmak demek değildir. Bazen hatırlamak istemediğin için alışırsın, bazen de hatırlamak canını yakmadığı için. Öyle ya, her özlem zamanla bir gölgeye dönüşür. İçinde taşırsın ama varlığını hissetmezsin her an. Ancak bazı anlar var ki, o gölge büyüyüp seni yutacakmış gibi gelir. İşte o zaman fark ediyorsun: Alışmak, aslında tam olarak iyileşmek değil. Sadece eksik yaşamayı öğrenmek.


Ve belki de insan en çok buna alışıyor. Eksilmeye, eksik kalmaya, ama yine de yürümeye devam etmeye.

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Son Yayınlanan

Our Unwritten Seoul | Kalbimin En Sessiz Köşelerine Dokunan Bir Hikaye