Alchemy of Souls ... Yeryüzünün damarlarında dolaşan enerji, kimine güç veriyor, kimini ise lanetliyor. Kader, birbirine dokunan ruhların etrafına görünmez ağlar örüyor. Kimileri bu ağları parçalamaya çalışırken, kimileri de içinde sıkışıp kalıyor.
Ve bu hikayenin ortasında Jang Uk duruyor.
Umursamaz bir sırıtışın ardına saklanmış bir adam… Bir yandan göz ardı edilen bir çocuk olmanın acısını taşırken, diğer yandan herkesin gözünün içine baka baka “Beni görmezden gelemezsiniz” diyor. Soylu ama istenmeyen. Güçlü ama mühürlenmiş. Fakat o, kaderin dayattığı kısıtlamaları kabul edecek biri değil. Jang Gang, ruhların simyasıyla oynayıp bir krala beden vermiş ve bunun bedelini oğluna kesmişti. Babasının soyadını taşırken bile onun tarafından reddedilmişti Jang Uk. Ama enerjisi mühürlenmiş de olsa, içindeki ateş sönmeye razı değil. Büyücü olmak istiyor. Sadece ispat için değil, geçmişiyle hesaplaşmak için.
Ve sonra o çıktı karşısına. Naksu. Bir gölge gibi hareket eden, adı dehşetle anılan suikastçı. Kılıcını çektiğinde yıldızlar bile ürperiyor, adımları ölümün yankısını taşıyor. Ama ölüm bile onun sonu olmadı. Park Jin tarafından yaralandığında, hayatta kalmak için başka bir bedene kaçtı. O beden, herkesin zayıf, güçsüz, sıradan sandığı Mu Deok’undu. Artık bir zamanlar yıldız gibi parlayan suikastçı, ufacık bir bedene hapsolmuştu. Gücü elinden alınmış, yalnızca zekasıyla hayatta kalmaya mecburdu. Ama Naksu’nun gözleri, Mu Deok’un bedeninde bile yakıyordu.
Naksu, yani Mu Deok… O, bir çelik gibi sert ama su gibi de akışkan. Önce öğretmeni oluyor Jang Uk’un, sonra kaderi. Birbirlerinin yaralarını sararken, hiç planlamadıkları bir şeyi yapıyorlar: Kalplerini açıyorlar. Aşk, bir savaş meydanı gibi önlerinde uzanıyor, ama geçmişleri onlara hep bir duvar çekiyor.
Ama Jang Uk’un etrafında sadece aşk değil, rekabet de var. Veliaht Prens Go Won, onun en inatçı rakibi. Krallığın zirvesine adım adım tırmanırken, yolu Jang Uk’la her kesiştiğinde kıvılcımlar çakıyor. Sözleri alaycı, gülümseyişi her zaman bir meydan okuma gibi. Jang Uk’un güçlü ama umursamaz tavrına karşı, prensin zekice laf oyunları havada uçuşuyor. Aralarındaki rekabet bazen gerilim dolu, bazen de neredeyse dostça. Ama birbirlerine duydukları tuhaf saygıyı ikisi de inkar edemiyor. Go Won, Jang Uk’un hırslı yanını takdir ederken, Jang Uk da prensin zekasını ve kararlılığını göz ardı edemiyor.
Ve içlerinde en eğlencelisi, Park Dang Gu. Sangrim’in varisi, ama büyücülükten çok hayattan keyif almayı bilen biri. Uk’un en yakın dostu, onun en zor anlarında bile yanından ayrılmayan tek kişi. Neşeli, çocuksu ama sadakati asla sarsılmaz. Onun olduğu yerde kahkaha vardır ama gerektiğinde kılıcını Uk için çekmekten asla geri durmaz.
Bu dünyada büyü, yalnızca sözlerle değil, acılarla da mühürleniyor. Kan, yalnızca savaş meydanında değil, hatıralarda da akıyor. Ve Jang Uk ile Naksu, geçmişin zincirlerini kırmaya çalışırken, kader onların ellerine yeni kelepçeler takıyor.
Sihirle örülü, güç mücadeleleriyle dolu bir dünyanın içinde, Alchemy of Souls yalnızca bir büyücünün hikayesi değil, ruhlarını değiş tokuş edenlerin, geçmişle geleceğin arasında sıkışıp kalanların, aşkın ve savaşın iç içe geçtiği bir yolculuk. Jang Uk ve Naksu’nun kaderi, yalnızca onların değil, koskoca bir düzenin kaderine yön verecek. Ama bir büyücü bile, kaderin hükmünü değiştirebilir mi?
0 Yorumlar