Bazen kendimi kırık bir vazo gibi hissediyorum. Parçaları zar zor bir araya getirilmiş, yapıştırılmış ama hiçbir zaman eskisi gibi olmamış bir vazo… Uzak bakıldığında belli olmuyor kırıklıklar, eksik yerler… Yüzey düzgün, renk tanıdık. Ama yakından bakınca hiçbir şeyin aynı olmadığı çok açık. İnce çatlaklar göze çarpıyor, kenarlar tam oturmamış. Eskiden içini suyla doldurur, içine rengarenk çiçekler yerleştirirdin belki. Şimdi ne su tutabiliyor ne bir çiçek demeti… İşlevini yitirmiş ama bir türlü atılamayan, kıyıya itilmiş, tozlanmaya bırakılmış bir vazo gibiyim.
Kimse kullanmasa da hala oradayım. Belki bir gün lazım olurum diye değil, belki de atmaya kıyılamadığı için tutuluyorum. Ya da alışkanlıktan. Ama içimde hep aynı huzursuzluk: “Her an terk edilebilirim.”
Ve bu düşünce, her şeyin önüne geçiyor bazen. Pusuda bekliyor duygularım. Hazırlıklıyım sanıyorum. Defalarca provasını yaptım o anın. Gitmelerin, sessizliklerin, yüz çevirmelerin… Ama ne zaman gerçek olsa, her defasında başka bir yerim çatlıyor.
Zaten yamalıyım. Her yeni sarsıntı, eski çatlakları hatırlatıyor. Her tamir, yeni bir iz bırakıyor. Ve artık biliyorum eskisi gibi olamayacağımı.
İçime bir damla umut koysam… o bile sızıyor. Dayanamıyor içimde kalmaya.
Ama belki… biri gelir bir gün.
“Çatlaklarınla da güzelsin,” der.
Altınla doldurur kırıklarımı.
Eskisinden daha kıymetli olduğumu fısıldar.
Belki.
Ama belki de kimse gelmez.
Belki de bir gün — kimse duymadan, kimse görmeden — kendi ellerimle dokunurum yaralarıma.
Korkmadan.
Kaçmadan.
Çekinmeden.
Belki kendimin şifası olurum.
Belki cesaretimi topladığım o münzevi anda… sadece kendim için var olurum.
17.06.25
00.35
0 Yorumlar