Geçmiş, belleğin derin kuyularında saklı bir şarkı gibiydi. Ne zaman suskun bir köşeye çekilse duyduğu.. Kimi zaman bir rüzgar uğultusunda, kimi zaman kalabalığın ortasında bir kahkahada ansızın alıp götürüyordu onu uzaklara. İçi sızlayarak -di'li geçmiş zamanlar içinde dolaşıyordu..
İçini sızlatan şey, belki de geçmişin kendisi değildi. Orada kalmış halleriydi. Çocukluğunun saf gülüşü, lise yıllarındaki telaşlı kalp atışları, gençliğinin sabahlara dek süren hayalleri… Hepsi birer gölge olmuştu. Elini uzattığında dağılan, yakalamaya çalıştıkça daha da uzaklaşan gölgeler...
Biliyordu; o günler bir daha gelmeyecekti. Ama kalbinin derinliklerinde, hala o eski günlerin kokusu vardı. Sıcak ekmek kokusu gibi, yaz akşamlarının tozlu sokaklarını dolduran serinlik gibi, annesinin sesindeki huzur gibi… Ne yana dönse, hep oradan bir parça düşüyordu içine.
Ah, zaman…
İnsana hem kanat verip hem zincirleyen tek güç. Geçmişe özlem, aslında o kanatların kırılmış haliydi. Bir daha uçamayacağını bile bile göğe bakmak gibiydi.
Ve düşündü:
Belki de insan, geçmişi özlediği için yaşlanıyordu. Belki de büyümenin bedeli, geriye dönmeyi istemekti.
26.08.2025
23.41

0 Yorumlar