Kayıp Ruhların Sessizliği: Kore Dizisi 'Lost' Üzerine



Merhaba dostlar,

Bugün size herkesin bayılarak izleyeceği, hızlı tempolu bir yapımdan bahsetmeyeceğim. Aksine, ağır bir adımla ilerleyen, belki herkesin sonuna kadar sabredemeyeceği ama kalbinize bir kere dokunduğunda izini uzun süre taşıyacağınız bir Kore dizisinden bahsedeceğim: "Lost" 

Bu dizi, 2021 yapımı ve gerçekten bir başyapıt. Ancak uyarmak isterim: Eğer hayatın melankolisine ve derin hislere açıksanız, buyurun. Yoksa sizi yorabilir.





"Lost", temelinde hayatta "hiçbir şey olamadığını" düşünen iki insanın hikayesini anlatıyor.



Dizinin ana karakteri Bu-jung (Jeon Do-yeon), 40 yaşında. Başkaları için yazılar yazarak (hayalet yazarlık) geçiniyor ve hayatta tüm çabalarına rağmen dibe vurduğunu hissediyor. Artık yaşama sebebini kaybetmiş, kimliğini yitirmiş durumda.




Diğer ana karakterimiz Kang-jae (Ryu Jun-yeol) ise 27 yaşında. O da zengin olma hayaliyle yaşayan, müşterilerine özel roller üstlenen bir "hizmet" şirketini yönetiyor. Dışarıdan genç ve umutlu görünse de, o da tıpkı Bu-jung gibi içten içe "bir hiç olmaktan" korkuyor.



Dizi, işte bu kaybolmuş iki ruhun, hayatın yokuş aşağı gittiğini fark ettikleri bir anda birbirleriyle yollarının kesişmesini anlatıyor. Birbirlerini bulmaları, bir anda hayatlarının mucizevi şekilde değişmesi demek değil. Aksine, en sessiz, en savunmasız halleriyle birbirlerine tutunma çabaları...






Neden Bu Kadar Derin Bir Etki Bırakıyor?



Bu diziyi izlerken, yüksek sesle ağlayan kimseyi görmezsiniz. Kavgalar, bağırışlar yok. Ama inanın, o sessizlikte kalplerin sesi o kadar gür yankılanıyor ki...



"Lost", depresyonu ve umutsuzluğu, Kore dizilerinde sıkça rastladığımız gibi abartılı jestlerle değil, en gerçek haliyle anlatıyor. O derin, boğucu sessizliği, odanın içindeki yalnızlığı hissediyorsunuz.
Bu, ateşli bir aşk hikayesi değil. Bu, iki kayıp insanın birbirine yoldaşlık etme hikayesi. Özellikle Bu-jung'un babasıyla arasındaki bağ ve Kang-jae ile kurduğu o tuhaf, isimsiz yakınlık; sevginin en sessiz, en şefkatli halini gösteriyor. Sanki birbirlerine şunu diyorlar: "Tamam, ikimiz de kaybolmuşuz, ama en azından kaybolduğumuz yerde birbirimizi görelim."

Sanırım dizinin en can alıcı yeri kendimden bir şeyler bulduğum, Bu-jung’un babasıyla konuştuğu monologlarındaki itirafları..

“40 yıldan fazla süredir bu dünyada hiçbir şey olamadım. Hiçbir şey olamadığım bu süre boyunca bir yerlerde kayboldum, sanırım.”


 

 






Bu cümleler, sadece onun değil, hayatta bir amaç ararken yorulan, durup arkasına baktığında elinde hiçbir şey olmadığını gören herkesin hissi.. O an, Bu-jung'la birlikte kalbinizin bir yerlere sızladığını fark ediyorsunuz.

Eğer ruhunuzun derinliklerine inmekten, karakterlerin iç dünyasında kaybolmaktan çekinmiyorsanız; "Lost" size uzun süre unutamayacağınız, kalıcı bir iz bırakacaktır.

Sevgilerimle...

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Son Yayınlanan

🎬 Zamanın Ötesinde Bir Aşk Hikayesi: Il Mare (2000) Film Yorumu