Bugün eşyalarımı düzenlerken, 2006 yılından kalma hatıra defterini buldum. Sayfalarını çevirirken o çocuk el yazılarını gördüm; o saf heyecanı, o kendinden emin cümleleri.
Sonra anket defteri çıktı. “En sevdiğin renk?”, “En yakın arkadaşın kim?”
Sonra günlüğüm… Sayfaları sararmış, kenarları kıvrılmış.
İsimler okudum. Bazılarını hatırladım. Bazılarına sadece bakakaldım.. hiçbir şey yok, bir şeyler çağrıştırıyor ama hepsi flu. Yüzü yok, sesi yok.. Oysa bir zamanlar hayatımın içindelermiş.
Garip bir sızı oturdu içime. Hatırlayamamın yarattığı mahcubiyetle karışmış hüznün yarattığı bir sızı.. Unutmak bu kadar kolayken, neden hatırlamak bu kadar zor?
O dönemlerde kimdim, neye gülerdim, neye ağlardım? Şimdi baktığımda sanki başkasının hikayesi gibi.
Büyümek denen şeyin sessiz bir yok oluş olduğunu o an anladım.
Kimse “hazır mısın?” diye sormuyor.
Bir gün uyanıyorsun, çocukluğunun defterlerini eline alıyorsun ve fark ediyorsun: senin yerinde başka biri var artık.
Keşke sorunlarım hala babamın bilgisayar almayı ertelemesine kızdığım kadar basit olsaydı.
Şimdi her şey daha karmaşık, daha sessiz.
Yüreğimde nedenini bilmediğim bir ağrı var..
Otuz yıldır bu dünyadayım; yaş alıyorum ama sanki eksiliyorum.
Zaman geçtikçe içimdeki çocuk daha da uzaklaşıyor sanki.
Bir şeyler hala yerli yerinde gibi görünse de, ben çoktan yer değiştirmişim.
Kendimi bazen kalabalık bir fotoğrafta arıyorum; oradayım ama bulanık, belli belirsiz.
Sanki yaşam, yavaş çekimde üzerimden akıyor — ben de seyirciyim artık.
Defterleri kapatıyorum.
Toz kokusu havada, parmaklarımda eski mürekkebin izi.
Hepsi sustu.
Ve ben, onların sessizliğinde kendimi dinliyorum.
20.10.25
03.03

0 Yorumlar